|
"El Artista y La Modelo / Sanatçı ve Modeli" durgun
ilerleyen bir film. Ama bu durgunluk filmi izlemeyi
zorlaştıran değil, tam tersine akışına yardım eden bir
durgunluk. Dingin, sade, yormayan hatta dinlendiren bir
anlatımı var filmin. Bu yüzden de huşu içinde izleniyor.
Filmin sanatsal konusu ve işlenişi ise damakta ayrı bir
lezzet bırakıyor. Fernando Trueba, filme konu olan sanat
araştırmalarını çok iyi yapmış ve bunları bu sade
anlatımın içine yedirebilmek için dersine çok iyi
çalışmış bir yönetmen görüntüsü çiziyor. Filmin
siyah-beyaz çekilmiş olmasının da bu amaca hizmet
ettiğini düşünüyorum.
Film hem doğa görüntüleri hem de sanat anlayışı / sanata
bakış açısı bakımından çok hoşuma gitti. Yaşlı
heykeltıraşın doğayı ve doğanın sanatla ilişkisini
yorumlaması, bazen hiç konuşmadan çok şey anlattığı
davranışları ve bakışları, mükemmelliğe bakış açısı ve
birazdan bahsedeceğim mevsimlerle hem yaşlı heykeltıraşa
modellik yapan genç kızın hem de heykeltıraşın
özdeşleştirilmesi, filmin dikkate değer ve benim çok
ilgimi çeken özellikleriydi.
Bir tarafta ömrünün sonbaharını yaşayan bir sanatçı;
yaşlı bir heykeltıraş: Marc Cros. Amansız bir savaşın
ortasında olmasına rağmen etrafındaki sorunlara kayıtsız
bir şekilde belki de ömrünün son günlerini yaşıyor ve
bunu büyük bir olgunlukla kabul etmiş durumda. Eski
şaşaalı günlerini çoktan geride bırakmış. Yaşlı ama hâlâ
güzel, çekici ve onu düşünen karısı Lea ile birlikte
yaşıyor. Öyle ki; karısı bir gün sokakta gördüğü ve
kocasını eski günlerine döndüreceğini düşündüğü genç bir
kızı, kızın bu konuda hiçbir tecrübesi olmamasına rağmen
kocasına modellik yapması için eve getiriyor.
Diğer tarafta ise ilkbaharı simgeleyen bir genç kız; bir
köylü kızı: Mercé. Toy, saf ve biraz gizemli görünmesine
rağmen aynı zamanda direnişçilere yardım eden biri.
Nereye gittiğini bilmiyor. Ama bir heykeltıraşa modellik
yapacak kadar estetik bir vücuda / duruşa sahip. İşte bu
yüzden yaşlı heykeltıraşın karısının dikkatini çekiyor
ve modellik yapmayı kabul ediyor.
Böylece (bana göre) biri sonbaharı biri de ilkbaharı
temsil eden bu iki insanın yolları bir yaz mevsiminin
başında kesişiyor. Yönetmenin özellikle kullandığını
düşündüğüm mevsim metaforuyla birlikte, yazdan sonbahara
doğru akacak olan süreç boyunca yaşlı adam hayatının
sonlarında tüm olgunluğuyla ona gençliğini hatırlatan
genç kızı sanat anlayışı için model olarak kullanır ve
belki de son ve en mükemmel eserini üretmeye çalışırken,
yaşlı adama modellik yapan genç kız da yaşlı
heykeltıraştan öğrendikleriyle hem ruhen hem de bedenen
olgunlaşmaya doğru gidiyor. Oysa hep bildiğimiz gibi
ilkbahardan sonra yaz gelmesine rağmen, sonbahardan
sonra kışın gelmesi kaçınılmaz...
Filmde yaşlı heykeltıraş Marc Cros rolünü oynayan Jean
Rochefort, karısı Lea rolünü oynayan Claudia Cardinale
ve genç model Mercé rolünü oynayan Aida Folch'un
oyunculukları gerçekten çok güzel ve sanki bu film için
biçilmiş kaftan gibi duruyorlar.

Son olarak yönetmen Fernando Trueba'nın çok titiz bir
çalışma yaptığı gözlerden kaçmıyor. (Zaten kendisi de bu
filmiyle 2012 San Sebastian Film Festivali'nde "En İyi
Yönetmen" ödülüne layık görülmüş.) Sadece sanat hakkında
donanımlı biri olduğunu filmde bize yansıtması değil,
aynı zamanda heykeltıraşlık konusunda kapsamlı bir
araştırma yapmış olması, sanatsal görüşleri ve tavırları
bize aktarabilmesi ve ayrıca insan davranışlarını tüm
samimiyetiyle, doğallığıyla gösterebilmesi -aynı zamanda
senaryoda da imzası olan- Fernando Trueba'nın neden "En
İyi Yönetmen" ödülünü aldığını da açıklıyor.
Ancak benim en çok dikkatimi çeken şey, film bittikten
sonra ekranda kayan yazılarda yönetmen Fernando
Trueba'nın birçok insana teşekkür ettiğini görmek oldu.
Bu teşekkürlerden biri de ünlü Fransız heykeltıraş
Aristide Maillol'un (1861 - 1944) "La Méditerranée /
Akdeniz" adlı eserini kullanmasına izin verdiği için
aslında bir oyuncu olan Olivier Lorquin'e ettiği özel
teşekkürdü. Filmde yaşlı heykeltıraşın genç modeli
kullanarak yaptığı heykel, Aristide Maillol'un "La
Méditerranée / Akdeniz" adlı eseriydi, filmde bu heykel
kullanılmıştı ve bunda bir sorun yoktu. Ancak Fernando
Trueba'nın neden Aristide Maillol'un kendisine veya "La
Méditerranée / Akdeniz" adlı heykelin sergilendiği
Paris'teki Orsay Müzesi'ne değil de Olivier Lorquin'e
teşekkür ettiğini çok merak ettim. Zira Olivier
Lorquin'le Aristide Maillol arasında bir bağlantı
kuramamıştım. Bu ünlü heykel Orsay Müzesi'nde olduğuna
göre Olivier Lorquin'in kişisel sergisindeki bir eseri
kullanmak için izin vermiş olması da düşünülemezdi. Epey
uğraştıktan sonra bir Fransız internet sitesinde sonunda
işin doğrusunu öğrendim: Olivier Lorquin, Aristide
Maillol'un varisiydi ve Fernando Trueba bu heykelin /
temanın kullanımı için Olivier Lorquin'den izin almış ve
filmin sonunda da özellikle kendisine teşekkür etmişti.
İşte bu da işini ciddi yapan, saygı duyan, nezaket ve
alçakgönüllülüğünü hem filme hem de teşekkürlerine
yansıtan yönetmene olan saygımın bir kat daha artmasına
neden oldu.
Sonuç olarak "La Artista y La Modelo" hem yönetmenlik,
hem oyunculuk hem de senaryo ve işleniş açısından
özellikle sanatla ilgili filmleri sevenleri tatmin
edecek bir eser olarak duruyor. En azından beni
fazlasıyla tatmin etti. Çoğu insanın da seveceğini
düşünüyorum. Umarım yanılmıyorumdur. |