|
Hamamizade İsmail Dede Efendi’nin ölümsüz eseri
“Gülnihal”i kim bilmez ki? Hani şu “Yine bir gülnihal
aldı gönlümü” diye başlayan o güzelim rast makamındaki
şarkıyı? III. Selim’in himayesinde saray müzisyeni olmuş
ve 19. yüzyılın en büyük müzik adamlarından sayılan Dede
Efendi’nin bestelemiş olduğu bir şarkıdır bu...
Peki bu şarkının besteleniş öyküsünü de biliyor muyuz?
İnternette belki vardır diye biraz araştırdım ama
bulamadım. Bu yüzden, ben bu konuda bildiklerimi
paylaşmak istedim:
Müzikle ilgilenenlerin çok iyi bileceği üzere bu şarkı
“vals” ritmindedir. Vals ritmi 16. yüzyılın ortalarında
Fransa’da ortaya çıkmış ve buradan dünyaya yayılmıştır.
Özellikle 18. ve 19. yüzyılın başlarında büyük rağbet
görmüş, sarayların ve baloların vazgeçilmez dans müziği
olmuştur. Fakat Osmanlı’da bu ritim İsmail Dede
Efendi’ye (yani 19. yüzyıla) gelinceye kadar
bilinmemekte ve hâliyle kullanılmamaktadır.
İşte valsin bütün dünyayı kasıp kavurduğu 19. yüzyıl
başlarında Osmanlı Sarayı’na konuk olarak bir Fransız
müzisyen gelir ve bu konuğu ağırlama görevi İsmail Dede
Efendi’ye düşer. İki müzik adamı bir araya gelince konu
ne olabilir? Tabii ki müzik... Bir ara Fransız müzisyen,
valsin anavatanından çıkmış olmanın gururuyla ve biraz
da küçümseyerek Dede Efendi’ye sorar:
- Siz valsi hiç duymadınız mı? Bildiğim kadarıyla vals
hiç bilinmiyor Osmanlı’da. Bu konuda bir eseriniz var
mı?
İsmail Dede Efendi bu alaylı ifade karşısında biraz da
sıkılarak şöyle der konuğuna:
- Bu vals nasıl bir şeydir üstadım? Bir örnek verebilir
misiniz? Belki biliyoruzdur.
Bunun üzerine Fransız müzisyen, kemanıyla en popüler
vals parçalarından birini çalar. Dede Efendi parçayı
sonuna kadar dinledikten sonra:
- Tamam azizim, der konuğuna. Şimdi hatırladım. Biz bu
valsi yüzyıllardır biliyoruz. Arşivimde bir örneği
olacaktı. Müsaade ederseniz bir bakıp notalarını
getireyim.
Ve Dede Efendi konuğunun yanından 15 dakika ayrılarak,
odasında 15 dakika içerisinde “Yine bir gülnihal aldı
gönlümü” sözleriyle başlayan parçayı besteleyip, notaya
geçirir ve Fransız müzisyenin yanına gelir:
- Buyurun üstat, der. Bulmak biraz zamanımı aldı. Ve
çalmaya başlar bestesini.
Fransız müzisyen parçanın daha ilk notalarını duyar
duymaz kıskanmadan edemez ve mahcup olur...
Son darbe gelir Dede Efendi’den:
- Biz valsi yıllardan beri biliriz ama, kulağımız daha
gelişmiş müzik zevklerine alışık olduğundan bunu pek
kullanmayız...
İşte valsin Osmanlı’ya girişi böyledir ve “Gülnihal”
adlı beste bizim kültürümüzün ilk vals eseridir.
NOT: Bu olay genel hatlarıyla böyle
olmakla beraber, biraz olsun olayı öyküleştirebilmek
için ifadelere kendimden eklemeler yaptım. Ama sonuçta
anlatmak istediğim ana fikir değişmemiştir sanırım...
SON YORUM: Şimdi bakıyorum da günümüzün
şarkılarına; bırakın 15 dakikada böyle muhteşem ve
teknik bir eseri -üstelik tek dinlemede özümseyerek-
bestelemeyi, genç şarkıcılar haftalarca uğraşıp beste
diye karşımıza çıktıkları zaman ancak kedi
miyavlamalarına benzer ses ve sözler çıkartınca insan
üzülmeden edemiyor. Böyle teknik donanıma sahip müzik
adamlarının torunları olmak yetmiyor: onlara yakışır
müzik eserleri vermek ve –şimdiki besteler yüzünden-
onların kemiklerini mezarda sızlatmamak da gerekiyor...
Neyse ben izninizi rica edeyim: Türk Müziği’nin ve
müzikte kalitenin canına okuyanları “yakalarsam muck
muck” yapmak üzere birilerinin “degajına doğru” gitmek
zorundayım. Beni soran olursa “O şimdi asker, canı neler
ister” diyebilirsiniz. Bu arada unutmadan, bir gün
“misafir olun gelin bana, börekler açarım size”...
Sağ, esen, mutlu ve iyi müzikli günler geçirmeniz
dileğiyle...
DİPNOT: Lütfen yanlış anlaşılmasın: amacım
bugünkü şarkıları küçümsemek değil, melodik yapı olarak
benim de dilime takılıyor çoğu popüler parça... Üstelik
herkesin müzik zevkine saygı duymamak gibi bir
terbiyesizliği yapmaya, ne benim ne de başka birinin
hakkı var. Ancak benim anlatmak istediğim; günümüz
müzisyenlerinin teknik altyapı olarak, bilimsel uğraşlar
sonucu, müziğin gelişimini ve kültürünü, müzik
literatüründeki temel teknik, terim ve bilgileri bilip,
müziğinde kullanması gerektiği ve bu alanda uzmanlaşarak
halkın karşısına çıkması... Ne de olsa bir “SANATÇI”nın
temel görevi “halk bunu istiyor” diye halkı küçümseyerek
müzik yapmak değil, halkın bu konudaki zevk ve kültür
beğenisini bulunduğu yerden daha yukarılara
taşımaktır...
Bilmem yanılıyor muyum?.. |