AYNADAKİ GÖLGE (ÖYKÜ) - Yazan: gitarisyen

gitarisyen

Aşk şarkıları söylemeyi bıraktığımız gün her şeyimizi yitirdik biz. İşte o yüzden hep aşk şarkıları söylüyorum.

 

AYNADAKİ GÖLGE

 

Yazan: gitarisyen

 

Yeni taşındığı bu evde kasvetli bir gece başlamıştı. Şehrin kenar mahallelerinden birinde çok ucuza kiraladığı, içinde eski eşyaları ve bazı antika mobilyaları olan geniş bir evdi burası. Issız sayılabilecek bir muhitte bulunan ev tek katlıydı, küçük ve her yerini otlar bürümüş bir bahçesi vardı ve etrafında başka bir ev yoktu. Yalnızlığı sevdiği ve bütçesine de uygun olduğunu düşündüğü için evin içini bile görüp dolaşmadan kiralamıştı burayı. Evin mobilyalı olması da hoşuna gitmişti, zira eşya taşıma derdinden kurtulduğu gibi zaten çok fazla eşyası da yoktu. İçinde giysilerinin ve birkaç kitabının olduğu bavulunu getirip o gün eve yerleşmişti. Gündüz evin bir köşesinde gördüğü antika kanepede uyuyup iyice dinlenmiş, gece çökerken de uyanmıştı. Şimdiyse gecenin insanın içine sıkıntı veren sessizliğinde evin içini incelemeye koyulmuştu.

Evin kaç odası olduğunu anlamak için odaları dolaşmaya başladı. Ev gerçekten oldukça eski olduğundan her odanın kapısı insanın içini ürperten bir gıcırtıyla açılıyordu. “Kapıları iyice bir yağlamak lazım!” diye düşündü. İçinde eski bir yatak ve kahveringi ahşap bir dolap olan yatak odasını, daha sonra da bir zamanlar depo olarak kullanıldığı belli olan eski, yıpranmış, tozlanmış eşyaların konulduğu bir odayı inceledikten sonra; gözü aniden koridorun sonundaki bir odanın kapısına takıldı. Bu odanın kapısı diğerlerinden farklıydı, diğer kapıların rengi açık krem rengiyken bu kapı siyaha yakın gri bir renkteydi ve kapalı kapının üzerinde kocaman bir anahtar vardı. Kapı kilitliydi, ama anahtarı çevirince hiç zorluk çıkarmadan –hatta en ufak bir gıcırtı sesi çıkarmadan- açıldı.

Buranın bir çalışma odası olduğu odaya girer girmez anlaşılıyordu. Odanın bütün duvarlarını boydan boya kaplayan bir kitaplık ve kitaplığın raflarında da tozlanmış, sararmış, yıpranmış binlerce kitap vardı. Raflardan birkaç kitabı alıp sayfalarını gelişigüzel şekilde çevirip içlerine bir göz attıktan sonra, gözü bir kitaba takıldı: Sırtında bilmediği bir dilde yazılmış semboller vardı ve sanki –diğer kitaplardan farklı olarak- hakiki deriden yapılmış bir cildi varmış gibi duruyordu. Kitabı raftan çekmesiyle birlikte yoğun bir toz tabakası üstüne döküldü. Bunu dert etmedi. Kitabın tozunu üfledikten sonra kapağına baktı; kapağında da bilmediği dilde bazı harf ve semboller vardı. Ancak kitabın arka kapağını çevirdiğinde “Ayna” yazdığını, sayfaları çevirdiğinde ise kitabın tamamının kendi dilinde – yani Türkçe- yazılmış olduğunu görüp hemen rastgele birkaç paragraf okumaya başladı.

İlginç bir kitaptı; hem roman gibiydi, hem de anlatı. Hem mistik bir yanı vardı, hem de epik. Sanki kitap bir şeyler öğretmeye, daha doğrusu bir şeyler anlatmaya, bir şeyler için uyarmaya çalışıyormuş gibiydi. Kitabı biraz inceleyen biri, bu kitabın insan beyninin karanlık köşelerini, insanın en büyük düşmanının yine kendi beyni olduğunu, korkunun zihni nasıl ele geçirdiğini anlattığını söyleyebilirdi. Okudukça kitaba ilgisi daha da artıyordu. Satırlar sanki ona fısıldıyor gibiydi.

Kitabı okumaya o kadar dalmıştı ki; dışarıdan tüylerini diken diken eden bir köpek havlaması duyduğunda saatin gece yarısını çoktan geçtiğini ancak fark edebildi.

Tam o sırada kitaplığın duvarla birleştiği köşede antika bir ayna olduğunu gördü. Kenarları muhteşem şekilde ahşap oymalarla işlenmiş, büyük bir aynaydı. Aynaya doğru birkaç adım adım attı ve aynada kendini görmek için üzerine eğildi. Ancak aynanın yıllardır silinmemiş tozlu yüzeyinde kendi yansımasını zar zor seçebiliyordu. Birden… Birden yansımasında bir gariplik fark etti: Gözleri… Gözleri kendi gözleri değildi… Daha derin, daha karanlık bir şey bakıyordu ona…

Korku beynini sarmıştı… Elinde tuttuğu kitap yere düştü… Aynaya biraz daha yaklaşıp, titreyen elleriyle yüzeyine dokundu. Soğuktu, ama sanki içinde bir nabız atıyordu… Aniden aynadan bir el uzandı ve onu içeri çekti…

Karanlık bir boşlukta buldu kendini. Biraz önce dışarıdan duyduğu köpek havlamaları artık iyice yakınlaşmış, etrafında yankılanıyordu. Kitabın sayfaları havada uçuşuyor, her bir sayfada kendi korkularının yazılı olduğunu görüyordu. “Kaçamazsın!” diyordu bir ses beyninin içinden… Boğuluyordu, karanlık onu sarıyor, ruhu sarsılıyor, yüreği sanki ağzında atıyordu…

Tam bilincini ve umudunu yitirmek üzereyken bir ışık parladı. Gözlerini açtığında yine kitaplarla dolu odadaydı. Ayna kırılmış, yerde paramparça duruyordu. Nefes nefese kalmıştı. Kurtulduğunu düşündü; ama neden, niçin ve nasıl kurtulduğunu hiç bilmiyordu.

Şaşkın şaşkın etrafına bakarken ve yüreği hâlâ korkuyla titrerken dışarıdan yine o korkunç köpek havlaması duyuldu. Ancak ses bu sefer çok yakından geliyormuş gibiydi… Sanki kapının arkasından… Evin içinden, odanın kapısının arkasından… İstemsiz bir şekilde dönüp baktığında odanın kapısında yarı insan yarı hayvan biçiminde siyaha çalan gri renkte bir silüet gördü: Kendi yüzü, kendi gözleriydi bu… Ama aynadaki o karanlık bakışla…

“Sen hiç aynadan çıkmadın,” dedi silüet korkunç bir gülümsemeyle. “Hep oradaydın!”

Hem kapıdaki o şeyin ürperten varlığı, hem de söylediği sözler tüm bedeninin buz kesmesine, kanının donmasına neden olmuş, korkudan dişleri kenetlenmişti. Silüet kapıda durup bembeyaz ama biçimsiz dişleriyle kendisine gülerken, korkunç bir rüyadan uyanmak istercesine bir çığlık attı, ama sesi karanlıkta kayboldu… Üstelik… Kendisi de karanlıkta kayboluyordu… Evet… Anlamıştı… Aynanın içindeydi… Ve daha da kötüsü; o gözler odanın kapısında durmuş, hâlâ kendisine bakıyordu… Kendi yüzü, kendi gözleriydi… Ama daha derin, daha karanlık bir şey bakıyordu ona… Daha derin, daha karanlık bir şey… Kendisinin yansıması… Daha derin, daha karanlık…

 

SON

 

 

 

İllustrasyon: Grok (Yapay Zekâ)

 

 

(21 Nisan 2025)
gitarisyen
(M. Feridun Gülsan)

 

 

Site Tasarımı: gitarisyen © 2011