|
Yerde çırpınıp duruyordu. Daha doğrusu çırpınamıyordu:
Kanatlarından biri yere yapışmış, kımıldayamıyordu.
Ayaklarıyla uğraşıp durmasına rağmen kendisini bir türlü
kurtaramıyordu. Çocuk, havada uçarken gazeteyle
kendisine vurmuş; önce yere düşürmüş, yere düşer düşmez
de iyice ölsün diye gazeteyi bir kez daha indirmişti
üzerine. Keşke ölseydi; ölmemişti işte. Neredeyse tüm
organları ezilmiş, üstelik kanatlarından biri de düştüğü
yere yapışıp kalmıştı. Bulunduğu durumdan kurtulmak için
çabaladıkça çabalıyor, buysa acılarını arttırmaktan
başka bir işe yaramıyordu.
İlk önce büyük bir yaşama içgüdüsüyle çırpınmış,
şimdiyse bir gazete darbesinin daha üzerine gelerek bu
acının bitmesi için petek gözlerindeki binlerce deliği
kocaman açmıştı. Hoş, bulunduğu durumdan kurtulsa ne
olacaktı ki? Besinleri eritip yemeye yarayan hortumu
iyice ezilmişti. Artık çabalamaktan iyice yorulmuş,
müthiş acılar içinde bekliyordu.
Yaşamaya başlayalı birkaç hafta olmuştu. Bu birkaç hafta
içinde binlerce saldırıdan kurtulmuş, her tarafı gören
petek gözleri onu neredeyse bütün tehlikelerden
korumuştu. Çöplükleri, tuvaletleri, bulduğu her pis yeri
dolaşmış; açık bulduğu mutfak pencerelerinden girmiş;
etlerin, reçellerin, yağların üzerine konup karnını
doyurmuştu. Bütün bunları yaparken ölmenin, yok olmanın
ne olduğunu düşünmemişti bile. Tüm benliğiyle hissettiği
şeyler yemek ve üremekti yalnızca…
Şimdiyse bu acıdan kurtulmanın tek yolunun varlığının
ortadan kalkmasına bağlı olduğunu görüp, bir şekilde
duyumsuyordu bunu. Anlaşılmaz bir şekilde anlıyordu.
Nasıl anladığını anlamadan anlıyordu. Artık karnının
doyması ya da üremek hiç de önemli düşünceler değildi.
Artık tek ve en önemli düşünce varlığının yitmesiydi.
Varlığının kaybolması…
Garip bir biçimde bildiği, yok olması gerektiği duygusu.
Ama sinekler intihar edemezler, üstelik petek gözleri de
hiç, ama hiç kapanmazdı… |