|
Duvarları odamın, geceye boyuyor beni yine... Gecenin
rengine giriyorum yavaşça... Üzerime üzerime geliyor
raflardaki kitaplar, yolunu şaşırmış kendi iç duvarlarım
gibi... Sabaha çok var daha... Biliyorum...
Şaşırtamazsınız ki şafakları... Hücrelerim gözyaşı
olmalı şimdi damarlarımda... Yüreğimi koyuyorum yanıma,
bakıyorum... Saatin geriye doğru ilerleyen tik-taklarına
fırlatıyorum beynimi... Beynim paramparça hüzünlerden...
Sen misin yoksa duvarlarımdaki? Ah!.. Sen olmalısın
şimdi... Sevda koymalısın avucuma...
Geriye ilerleyen bir gece daha işte... Bir bardak su
içmeliyim belki de, çocukluğumu içer gibi... Yüreğim
yanımda; usulcacık sokuluyor bana.. Soğuyor içim
gitgide...
Ve yine sen: kapıda... Ve yine gözlerim: boşlukta...
Ellerini istiyorum senden. Verir misin?.. Yüreğini
istiyorum... İki yürek dolsun odama... Şafağı yakalayan
iki yürek... Yüreğim usulca atlıyor ellerime...
Hayır, hayır... Yok olma yine... İhtiyacım var
gözlerinin gerisindeki kırlara... Sarı papatyalarım yok
benim, ama umutlarım var... Çığlıkları kaybolsa da
gecenin içinde, benim umutlarım onlar...
Evet, biliyorum: Sen değilsin, benim, kapıda durup bana
bakan... Kendimi okuyorum gözlerimde; gözlerim üşüyor...
Ben, bana yabancı değilim... Kapıdan duvarlara geçiyorum
süzülerek... Duvarlar içime yerleşiyor; patlıyor kendi
kara duvarlarım... İki yürek duruyor şimdi yerde...
Kalkıyorum, pencereyi açıyorum... Buz gibi bir hava
ürpertiyor bedenimi... Kendime dönüyorum, bakıyorum: İki
yürek usulcacık sızıyor gecenin içine pencereden... Ve
bir yıldızın sönük ışıltısında yitiriyorum onları...
Geriye ilerleyen bir gece daha işte... |