|
Aslında Woody Allen'a bugüne kadar hiç ısınamamış
biriyim. Hem yönetmen hem oyuncu olarak birçok filmini
yapay, itici ve zorlama bulurum. Entelektüel bir kayanın
ardına saklanıp oradan arada sırada kafasını gösteren,
kendini beğenmiş, kibirli ve "siz ne anlarsınız"
tarzında bakışlar atan biri olarak şekillenmiştir
kafamda.
Ancak kendisinin de "ilk komik filmlerimdendir" dediği "Sleeper
/ 200 Yıl Sonra" gerçekten eğlendirici, düşündürücü,
siyasal hicvin sınırlarında dolaşan ve Woody Allen'in
kişiliğine de çok yakışan bir film olmuş.
Film, 1973 yılında dondurulup 200 yıl uyuduktan sonra
2173 yılında uyandırılan bir adamın öyküsünü konu alıyor
ve aklınıza gelebilecek her kavramı kıyasıya
eleştirmekten geri durmuyor. Dinden politikaya, seksten
ölüme, yiyeceklerden giyeceklere kadar her konuda
eleştiriler getirip kahkahalar attıran film bu haliyle
geçmişi, günümüzü ve hatta geleceği bile tiye alıyor.
Örneğin;
"200 yıldır sevişmediğine inanmak zor," diyen kız
arkadaşına
"Evliliğimi de sayarsan 204 yıl," diye cevap veren Miles
rolündeki Woody Allen hem seks hem de evlilik konusunda
yabana atılamayacak ve kolay kolay içinden çıkılamayacak
bir sorgulama getirmektedir.
Yine kız arkadaşının;
"Bilime inanmıyorsun. Siyasete inanmıyorsun. Tanrı'ya
inanmıyorsun. Öyleyse sen neye inanıyorsun?" sorusuna
cevap veren Miles;
"Sekse ve ölüme. Hayatta başına bir kez gelen iki şeye.
Ama en azından ölümden sonra miden bulanmıyor." diyerek
insan içgüdülerinin en saf halinin insanın doğası
olduğunu, geri kalan her şeyin yapaylığını, gerçek
korkuların bunlar üzerine kurulduğunu ve bilimin,
siyasetin, dinin bu korkulardan kaçış için
oluşturulduğunu kendi bakış açısından ifade etmektedir.
Miles'ın kendi zamanından 200 yıl sonra sözde modern
(ancak totaliter) bir çağda yaşayan kız arkadaşının;
"Tanrı'ya inanır mısın?" sorusuna
"Sanırım bana teolojik varoluşçu ateist diyebilirsin.
New Jersey'in bazı bölgeleri hariç evrenin yaratılışında
belirli bir zekâ olduğuna inanırım,"diye cevap vermesi
sadece 200 yıl sonrasında / öncesinde değil, dünyanın
kuruluşundan beri tartışılagelen bir olguyu özümseyip,
sınadığını ve kabul edişini gösterir.
Oysa Miles aynı soruyu kız arkadaşına sorduğunda;
"Orada bizi izleyen biri olduğuna inanırım," cevabını
alması üzerine çok sakin bir şekilde;
"Ne yazık ki, o devlet!" karşılığını vermesi, değil
geçmiş ve günümüzde, gelecekte de politik anlamda bazı
şeylerin hiç değişmeyeceğini anlatırken Miles'ın
(geçmişten gelmesine rağmen) geleceğin dünyasında
yaşayanlardan daha bilge olduğunu (daha doğrusu bilge
olmaktan ziyade daha çok şey yaşayıp, tecrübelerini
içselleştirdiğini ve kabul edişini) kanıtlar.
Filmin bir yerinde kendisini 200 yıl sonra uyandıran
doktorların sigara ikramına Miles;
"Ben sigara içmem!" deyince doktorlar;
"Tütün bu. Vücut için en yararlı şeylerden biri!"
cevabını verirler.
Yine aynı doktorlar başka bir sahnede;
"1970'li yıllarda katı yağ, biftek, yaş pasta ve sıcak
çikolatanın sağlıksız olduğu söyleniyordu. Oysa bugün
tam tersini biliyoruz." derken film bir anlamda
günümüzde (daha doğrusu 70'li yıllarda yeni yeni çıkmaya
başlayan) kapitalist sağlık, zayıflama, rejim vs insanı
şekillendirmeye ve bu haliyle paralarını kapmaya çalışan
sektörlere de büyük bir eleştiri getirmektedir.
Yine filmin bir bölümünde gelecekteki totaliter modern
devlet tarafından beyni yıkanmış, bir ot gibi yaşayıp
yemek, içmek, devletin izin verdiği ölçüde sanat yapmak
ve mekanikleşmiş bir seksten zevk almak suretiyle
hayatını geçiren kız arkadaşının Miles'ın da
zorlamasıyla devrimci asilere katıldıktan sonra "kraldan
çok kralcı" bir zihniyetle ve ezbere bir şekilde körü
körüne devrimi savunması üzerine Miles'ın;
"Okusun diye birkaç kitap ver. Bir anda sözde
entelektüel, neo faşist, Hegelci, Freudcu bir canavara
dönüşsün!" diye hayıflanması da aslında değişen hiçbir
şey olmadığını gösterir gibidir. (Bu sahne bana fakülte
yıllarımdaki bazı arkadaşlarımı anımsattı.)
Son olarak filmin sonlarına doğru işlerin iyice
karışması üzerine Miles;
"Burada ne aradığımı bilmiyorum. 237 yaşındayım. Emekli
olmalıydım." derken aslında bir bakıma günümüz iş
hayatının çarkları arasına sıkışıp kalan, acımasız bir
şekilde ezilen, huzuru emeklilikte bulmaya çalışan ancak
emekli olduktan sonra yaşlılığın getirdiği biyolojik ve
fizyolojik sebeplerle istediklerini gerçekleştirmeye
gücü yetmeyip, hayatı başkaları (patronlar) için yaşayıp
kendi hayatını boşa geçiren insanın acısına / dramına
ortak olmakta ve sisteme alaycı bir eleştiri
getirmektedir.
Filmde bunlara benzer bir sürü diyalog heyecanlı bir
öyküyle birlikte akıp giderken Woody Allen, çoğu filme,
ustaya ve özellikle sessiz film dönemiyle Charlie
Chaplin'e (Muz sahnesi) selam gönderiyor. Bütün bunlar
da filmin bir çırpıda, eğlendirici ve düşündürücü bir
şekilde çoğu yerde kahkahalarla izlenmesine yol açıyor.
Ben kendi adıma filmi çok beğendim. Büyük ihtimalle de
ara ara izlemek isteyeceğim filmlerden birisi. Elbette
herkes filmi benim beğendiğim kadar beğenmeyebilir ve
benim hissettiklerimi hissetmeyebilir. Hatta yorumları
tamamen değişik olabilir.
Bu açıdan bakıldığında yukarıdaki yorumlarımsa filmden,
konudan ve diyaloglardan kendi anladığım şeyler ve
tamamen kendi görüşlerim olup; filmi izleyen başka
arkadaşların değişik görüş, fikir ve yorumları olursa
okumaya ve üzerinde düşünmeye de hazırım. |