|
"Belgesel" deyince dünyada ilk akla gelen duayenlerden
olan David Attenborough'nun "tam anlamıyla bir başyapıt"
olarak nitelendirdiği bu belgeseli bundan 4 ya da 5 yıl
önce keşfettim ve izler izlemez etkisinde kaldım.
Belgesel, daha ilk saniyelerde müziğiyle ruhumun
derinliklerine işledi ve sonra da konusu, görüntüleri ve
sakin, dingin, duru, huzur veren anlatımıyla gönlümü
fethetti.
Belgesel Afrika'da, Kenya'da bir nehir kıyısında bulunan
bir incir ağacı üzerinden; incir ağaçlarıyla incir
arıları arasındaki ilişkiyi, biri olmadan diğerinin
nasıl ve neden var olamayacağını ve dev boyutlardaki
incir ağaçlarıyla çıplak gözle zar zor görülebilen incir
arıları arasındaki bu karşılıklı ilişkinin ekosisteme
nasıl önemli bir katkı sağlayarak binlerce başka
canlının yaşamını ne kadar etkilediğini anlatıyor.
Elbette dev boyutlarda bir incir ağacı ve bir iğne
deliğinden geçebilecek kadar küçük olan bir incir arısı
söz konusu olunca; incir arılarının incir ağacının (içe
doğru açan gizli) çiçeklerinin içine girerek ağacı
polenlemesi ve yumurtalarını bırakması sonucu hem ağacın
hem de kendisinin üreme döngüsüne ne kadar büyük
katkılar yaptığını gösterebilmek çok kolay bir iş değil.
Ancak belgeselin yapımcıları ve aynı zamanda
yönetmenleri olan Mark Deeble ve Victoria Stone yüksek
çözünürlüklü kameraları kullanarak o kadar harika bir iş
çıkarmışlar ki; bu mikro dünyanın büyüleyici görüntüleri
arasında kaybolup gidiyorsunuz.
İncir ağacının üremeye devam etmesi için polenlenmeye
ihtiyacı var, ancak görünürde açan bir çiçeği yok. Buna
rağmen incir veriyor. Zira çiçekleri içe doğru açılıyor,
bu yüzden de polenlenme işlemi içeriden olmak zorunda.
İşte bu noktada devreye minicik incir arıları giriyor,
başka incir ağaçlarından aldıkları ve göğüslerinde özel
bir bölmede topladıkları polenleri, incir ağacında
bulunan incirlerin içine (gizli bahçesine) girerek
bırakıyor ve böylece inciri içeriden polenliyorlar.
Peki, incir arısı bu hizmetinin karşılığında ne alıyor?
İncir arısı da yumurtalarını bu gizli bahçeye bırakarak,
yavrularına bir yuva ve koruma sağlamış oluyor. Yani
incir ağacı, incir arılarının bir nevi koruyucu annesi
oluyor. Ve bu ilişki milyonlarca yıldır sürüyor. Biri
olmadan diğerinin var olması mümkün değil ve bu ilişkiyi
anlamamız için incir arısının incirin içinde geçirdiği
süreci, kendisine musallat olan asalakları, yumurtadan
çıkan erkek ve dişi incir arılarının incirin dışına
çıkmak için nasıl bir mücadele verdiğini açıkça görmemiz
gerekiyor. Bütün bunları görebilmek için de incirin
içine girerek, bu mikroskobik görüntülerin binlerce kez
büyütülmesi zorunlu. İşte tam bu noktada belgeselin
yapımcılarının müthiş ustalığı ortaya çıkıyor: Bu
görüntüleri o kadar net, o kadar rahat izlenir ve o
kadar güzel bir şekilde yansıtmışlar ki; belgeselin her
sahnesi neredeyse sanatsal bir tablo hâline geliyor.
Araştırdığım kadarıyla; filmin yapımcıları Mark Deeble
ve Victoria Stone, böylesine inanılmaz görüntüleri
yakalayabilmek için Kenya'nın uygarlıktan uzak
bölgelerinde bir incir ağacının yakınında iki yıl
boyunca kamp kurarak incir ağacını, incir arılarını ve
onların ilişkisinin diğer canlılara nasıl bir yaşam
sağladığını gözlemleyerek kayda almışlar ve ortaya -bana
göre- muhteşem bir belgesel çıkmış.
İncir ağacı ve incir arılarının bu karşılıklı
ilişkisinin ağaca yuva yapan öküzburnu kuşlarından tutun
da, zürafalara, maymunlara, böceklere, fillere,
balıklara, timsahlara ve hatta insanlara kadar birçok
canlının ihtiyacını karşılıyor olması bir insan olarak
beni düşünmeye ve sorgulamaya yöneltirken, bu belgesele
ve incir ağaçlarıyla incir arılarına da hayran kalmamı
sağladı.
Eğer bu tarz belgeseller hoşunuza gidiyorsa ve hem makro
hem mikro dünyaya ait çarpıcı bir belgesel izlemek
istiyorsanız zamanınızın boşa gitmeyeceğini ve bu büyülü
dünyaya girmenin size büyük bir keyif vereceğini
düşünüyorum. |