|
Manoel de Oliveira’ nın yönettiği “Belle Toujours”, Luis
Bunuel’in 1967 tarihli “Belle de jour” (Gündüz Güzeli)
adlı filminin 50 yıl sonraki bir devamı niteliğinde ve
alaycı, intikamcı, felsefik ve ironik bir anlatıma
sahip. Zira “Belle Toujours” neredeyse her sahnesiyle,
1967 tarihli filme bir gönderme yapıp, söylemini ve
etkisini bunun üzerinden kurmakta.
Her ne kadar kendi başına bağımsız olarak izlenince de
etkisinden bir şey kaybetmeyecek olan “Belle Toujours”
filmini izleyeceklere benim naçizane önerim, önce
mutlaka 1967 tarihli “Gündüz Güzeli” filmini
izlemeleridir. Böylelikle bu filmden alacakları zevk,
algı, filmdeki ironi, anlam ve estetik iki katına
çıkacaktır.
Yine bu filmi yorumlarken diğer (“Gündüz Güzeli” adlı)
filmden de yararlanmak ve incelemeyi buna göre yapmak
gerektiğinden hareketle; konuya girmeden önce Luis
Bunuel’in 1967 yılında çektiği “Gündüz Güzeli” adlı
filmin konusundan kısaca bahsetmenin ve onu yorumlamanın
yararlı olacağını düşünüyorum:
Bilindiği (ya da izleyenlerin bildiği) üzere “Belle de
jour” (Gündüz Güzeli) filminde, genç ve yakışıklı bir
doktorla evli olan 23 yaşındaki güzel Severine’in
yaşadıkları ve duyguları üzerinden cinsellik, evlilik,
bağlılık, erkeğin kadına yaklaşımı, duygu karmaşası,
dürüstlük, sevgi, aşk gibi şeyler sorgulanıyordu. Bu
film aslında 1928 yılında Josep Kessel’in yazdığı ve
Türkçe’ye 1955 yılında “Gündüz Safası” adıyla da
çevrilen bir kitabın uyarlaması. Yazarının en çok
sevdiği kitap olduğunu söylediği bu kitapta (dolayısıyla
filmde), aslında her şeye sahip, güzel ve kocasını da
seven Severine adlı bir kadının doyumsuzluk nedeniyle
gündüzleri lüks bir randevu evinde çalışmaya başlaması
ve bunun sonucunda içine düştüğü bataklık ve trajik
felaketlerle sonuçlanan aşk serüveni anlatılmaktadır.
Yazarının bu kitapla ilgili sözleri de şöyle: “Gündüz
Güzeli'nde benim yapmak istediğim, yürekle ten
arasındaki korkunç uçurumu; gerçek, sonsuz ve sevecen
bir aşkla bedensel isteklerin dizginlenemez dürtüleri
arasındaki derin kopukluğu göstermekti. Uzun zaman seven
her erkek, her kadın -kimi istisnalar dışında- bu
çatışmayı benliğinde taşır. Bu duyumsanır ya da
duyumsanmaz, açığa çıkar ya da uyuklar, ama vardır.
'Gündüz Güzeli'nin konusu Severine'in bedensel
isteklerindeki sapıklık değil, bu sapıklıktan bağımsız
olarak, onun kocası Pierre'e duyduğu sevgi ve bu
sevginin acıklı yanıdır. Yazdığım kitaplar arasında hiç
bu denli sevdiğim olmamıştır ve ben ona en insancıl
vurguyu yerleştirmiş olduğuma inanıyorum. Severine'e
acıyan, onu seven yalnız ben mi olacağım acaba?”
Sanırım ilk filmle ilgili bu kadar konuşmak yeter. Hem
spoiler olmaması hem de iştah kaçırmaması açısından
fazla bir yorum yapmak yanlış olur.
2006 tarihli “Belle Toujours” adlı bu filme gelince;
1967 tarihli filmdeki olayların bir çeşit felsefi açıdan
sorgulanması ve geçmişin duygusal intikamı olarak
yorumlayabiliriz. Zira filmin konusunu şöyle özetlemek
mümkün: Filmin 1967 tarihli, Luis Bunuel’in yönettiği
“Belle de jour” (Gündüz Güzeli) adlı filmdeki orijinal
öyküsünden 38 yıl sonra, bir gece bir konserde Henri
Husson, bir zamanlar çok garip maceralar yaşamış olan
Severine’i görür. Husson onu Paris’in sokaklarında
sürekli takip edip izini bulur ve –her ne kadar Severine
istemese de- sonunda Severine’i bir akşam yemeği için
ikna eder. Bu akşam yemeği ise, Husson’un –eskiden
karmaşık cinsel zevkler ve tatminler yaşamış ve şimdi bu
geçmişinden kurtulmak isteyen- Severine’i geçmişiyle
yüzleştirmesi ve ondan yavaş ve acı dolu bir intikam
alması için büyük bir fırsat olacaktır.
Film, başındaki ithaf kısmında da belirtildiği gibi 1967
tarihli filmin yönetmeni Luis Bunuel’e bir saygı
duruşunda bulunuyor ve bunu alaycı, hınzırca, zekâ dolu,
şakacı ve aristokrat bir şekilde yapıyor. Filmde Henri
Husson’un girdiği bardaki barmenle olan konuşmaları hem
önceki filmde yaşananlara ışık tutuyor hem de felsefi
açıdan bir eleştiri getiriyor. Yine bardaki iki fahişe,
yine dolaylı yönden ilk filmdeki cinsellik anlayışıyla
mukayese yapmamızı ve deyim yerindeyse bu anlayıştaki
gelişmeyi görmemizi istiyor. Bu anlamda filmdeki
neredeyse hemen her sahne ilk filme bir gönderme, espri
ya da mesajla dolu.
Yine filmin benim çok sevdiğim bir özelliği daha var:
Film iki yaşlı insanı, geçmişi üzerinden konuşturduğu ve
sorgulamayı bu şekilde yaptığı için, ilk filmdeki
hareketlilik ve gençliğin enerjisi –bilerek ve
isteyerek, özellikle- bu filmde yok. Onun yerine
yaşlılıktaki durağanlık, zamanın yavaş akması, sakinlik,
durgunluk, hoşgörü ve ciddiyet hakim filme. Bunun bir
örneği olarak filmin başında neredeyse 10 dakika boyunca
Antonin Dvorak’ın Opus 88 numaralı eserinin bir bölümünü
dinlememizi ya da Husson ve Severine’in akşam yemeği
buluşmalarında tam 5 dakika hiç konuşmadan akşam
yemeklerini yemelerini gösterebiliriz.
Biraz önce de dediğim gibi film –fazlasıyla- alaycı bir
yaklaşıma da sahip. Örneğin Paris sokaklarındaki
kovalamaca, Husson’un gerek barmenle gerek Severine’le
yaptığı konuşmalar ve hareketler ince göndermelerle
dolu. Hele filmin (Severine’in kapıdan çıktığı ve “açık
istiare” sanatının en açık şekliyle burada bize
sırıttığı) alaycı bir son sahnesi var ki; “spoiler”
olmaması açısından burada söylemem yerinde olmaz.
Sonuç olarak –özellikle ilk filmi de izlemişseniz ya da
izlerseniz- değişik bir tat alabileceğiniz,
gülümseyebileceğiniz, düşüneceğiniz ve sevebileceğiniz
bir film Belle Toujours.
Bana da izleyeceklere “iyi seyirler” demek düşüyor. |