|
Çok uzun süredir arşivimde duruyordu bu film. Yıllar
önce (romanını değil ama) piyesini okuduğum Manuel
Puig’in bu muhteşem eserinin film uyarlamasını “Şöyle
sakin bir akşamda izlerim,” diye düşünüyordum. Hani
neredeyse arşivimde olduğunu bile unutmuşum. Dün akşam
izlemek için bu filmi seçince, üstüne üstlük film
başlarken “Çeviri: BitterMoon” imzasını görünce “Tamam,”
dedim kendi kendime, “Muhteşem bir filmi muhteşem bir
çeviriyle izleyeceğim.” Gerçekten de ne çeviri yanılttı
beni (zaten aksini düşünmem) ne de filmin kendisi…
Ta lise yıllarımda okumuştum bu eseri. Manuel Puig bu
eseri önce roman olarak yazmış, sonra oyun haline
getirmiş. Eser diyaloglara dayandığı için de hem roman
hem de oyun açısından çok başarılı bir çalışma ortaya
koymuş Manuel Puig. Filmi izlerken ara verip, piyesi
tekrar gözden geçirme ihtiyacı duydum. Film genel olarak
oyuna bağlı kalmış uyarlanırken. Ancak filmde William
Hurt’ın canlandırdığı eşcinsel karakterin film boyunca
anlattığı filmle (ki, Fransa’nın Nazi işgali sırasındaki
bir dram filmini anlatmakta) piyeste anlattığı film
farklıydı. Bildiğim kadarıyla piyeste anlatılan film
gerçek bir filmdi ve bu yolla okuyucuyla doğrudan ve
sıcak bir ilişki kurularak oyuna daha fazla bağlanılması
hedeflenmişti. Gerçi Manuel Puig’in bu eserinin roman
biçimini okumadım ama (araştırdığım kadarıyla) romanda
eşcinsel karakter, roman boyunca 5 adet film
anlatıyormuş ve bunların üçü gerçek, ikisi kurguymuş. Bu
kadar gevezelikten sonra sonuç olarak söyleyeceğim şu
ki; Hector Babenko’nun yönetmenliğini yaptığı film genel
olarak kitaba bağlı kalmış. Filmin içinde anlatılan
filmin kitaptan farklı olması ise yönetmenin, yazarın
anlayışını çok iyi özümsediğini ve izleyiciyle doğrusal
bir bağ kurmak için bu yolu tercih ettiğini gösteriyor.
Ve filmi sevmemdeki en önemli etkenlerden biri William
Hurt’ın muhteşem oyunculuğu. (Zaten katıldığı bütün
yarışmalarda hep “en iyi erkek oyuncu” ödülünü almış.)
Ben gerçekten hayatımda böyle bir oyunculuk görmedim.
Sanki kitabın sayfalarının ve satırlarının arasındaki
Molina adlı eşcinsel karakter kanlanıp canlanmış ve
filmin içine girmişti. Ben bir kitaptaki sözcüklerin
canlanarak, etiyle kemiğiyle canlı bir karakter haline
dönüştüğünü ilk defa görüyorum. Ve bunu başarabilen
William Hurt’ın önünde şapka çıkartıyorum.
Filmin (dolayısıyla piyesin) konusu, felsefi açılımı,
değerleri ve kaygıları üzerinde durmak istemiyorum. Zira
internetten 5 dakikalık bir araştırmayla bu filmin (ve
kendisinden uyarlanan roman ve piyesin) konusu,
felsefesi, teması, yaklaşımı hakkında bilgi sahibi
olunabilir. Hatta önce küçük bir araştırma yapıp filmi
daha sonra izlemekte büyük fayda olduğunu düşünüyorum.
Sadede gelirsek; yıllar önce bir kitap okumuş ve çok
etkilenmiştim. Dün akşamsa bu kitaptan uyarlanan filmi
izledim ve yine çok etkilendim. İyi ki sinema tarihinde
bu tarz eserler var… |