|
Yaklaşık bir haftadır bulunduğum Belçika'nın başkenti ve
Avrupa Birliği için özel öneme sahip bir şehir olan
Brüksel'den dün gece döndüm. Brüksel'de bulunma sebebim
bir Avrupa Birliği organizasyonu olan "Open Days"
programına katılmaktı. Bu sene onuncusu yapılan bu
programda, Avrupa Birliği'ne üye ülkelerden gelen uzman
konuşmacıların çeşitli konulardaki projelerini ve
sunumlarını dinleyip, sorular sorabiliyorsunuz. Bu
projeler Avrupa Birliği'ne üye ülkelerdeki işsizlik
sorunundan tutun da, şehirciliğe, kaynakların
arttırılmasına kadar çok çeşitli ve geniş alanlarda çözüm
ve iş birliği önerileri getirmeyi amaçlıyor. Genellikle
ekim ayında yapılan bu programa katılmak isterseniz,
www.opendays.europa.eu sitesinden kaydınızı yaptırıyor
ve daha sonra (yaklaşık 30 seminer / konferans konusu
arasından) katılmak istediklerinizi seçiyorsunuz. Daha
sonra size (seçtiğiniz konuların hepsine olmasa da) bazı
programlara kabul edildiğinize dair e-posta yoluyla bir
yazı gönderiyorlar. İşte ben de bu sene yaklaşık bir
hafta süren bu oturumların bazılarına kabul edildim ve
Brüksel'de bir yandan bu toplantılara katılırken bir
yandan da ilk defa gittiğim Brüksel'in tadını çıkarıp
şehrin görülmeye değer yerlerini keşfetmeye çalıştım.
Türkiye'ye döner dönmez de sıcağı sıcağına Brüksel (ve Brugge) izlenimlerimi aktarmak istedim.
|
İLK İZLENİMLER VE GENEL GÖRÜNÜŞ: |
Brüksel'e inerken uçaktan kuş bakışı ilk gördüğüm şey
şehrin düzeni, yeşilliği, temizliği ve bakımı oldu.
Araziler ve yollar neredeyse cetvelle çizilmiş kadar
düzenli ve müthiş bir yeşillikle karşılaşıyorsunuz. Yine
evlerin yerleşimi de çok düzenli. (Zaten şehir
merkezindeki binalar dışında genellikle tek ya da iki
katlı binalar göze çarpıyor her tarafta.) Yeşillikler ve
yeşilin korunmuş olması beni çok etkiledi. Bir bina, yol
ya da yapı üretirken, yeşillik bir alanla ya da
ağaçlarla karşılaştıklarında o yeşilliği ya da ağaçları
yok etmek yerine projelerini çevresinden geçirmişler. Bu
doğal güzellik anlayışı şehrin içinde gezerken de her
yerde kendini gösteriyor. Her yerde yemyeşil alanlara
rastlamanız mümkün. Yine ayrıca kültürel ve tarihsel
miraslarına da çok iyi sahip çıkmış ve korumuşlar.
Brüksel'de neredeyse her sokakta tarihî bir yapıya,
müzeye, bir heykele, Orta Çağ'dan kalma bir kiliseye
rastlamak mümkün. Zaten Brüksel'in bir "sürprizler
şehri" olduğu söyleniyor. Herhangi bir ara sokağa
girdiğinizde; sizi hiç aklınıza gelmeyen muhteşem
binaların, binaların duvarlarına yapılmış "Art Nouveau"
tarzı resimlerin ya da çeşitli ilgi alanlarına göre
küçük müzelerin karşılaması çok sıradan bir şey. Yine
şehirde (hatta Belçika'nın genelinde) heykelcilik de çok
gelişmiş ve neredeyse her binanın üzerinde, yanında ya
da yolun ortasında veya kenarında çeşitli tarihî
heykellerle karşılaşabiliyorsunuz.
Brüksel'de dikkatimi çeken özelliklerden birisi de bütün
dükkânların akşam, saat 18:00 civarında kapanması oldu.
Özellikle saat 20:00'den sonra hiçbir açık yer kalmıyor.
Sadece Grand Place çevresindeki bazı lokantalar ve gece kulüpleri açık. Bu yüzden alışveriş yapacaksanız
mutlaka gündüz saatlerinde işinizi bitirmeniz gerekiyor.
Brüksel'e gitmeden önce Türkiye'de yaptığım araştırmada
ve gidenlerin söylediklerine göre mutlaka gezilmesi
gereken bazı yerler olduğunu öğrenmiştim. Bunlardan
bazıları Grand Place, Atomium, Leopold Parkı, Botanik
Park, İşeyen Çocuk (Manneken Piss) Heykeli, Lüksemburg
Meydanı, "Comic Book Strip Centre" denilen Çizgi Roman
Müzesi, Parlamento Binası, Kraliyet Sarayı ve bunun gibi
yerlerdi. Brüksel'de bulunduğum süre içinde bunların
çoğunu dolaştım.
Brüksel'de genellikle her mevsim yağışlı bir okyanus
iklimi hâkim. Ancak Türkiye
iklimine alışık olan bizler orada bulunduğumuz süre
içinde epey bir üşüdük. Hava güneşliyken birden
soğuyabiliyor veya aniden yağmur yağabiliyordu.
Sabahları genellikle 5 derece civarında bir sıcaklıkla
karşılaşıyorduk ve bu da bizi hâliyle üşütüyordu. Havası
(özellikle bu mevsimde) soğuk ve genellikle yağışlı
olduğundan Brüksel'de yaşayanlar sıcak havalarda bile
kalın giysiler giyiyorlar. Çünkü demin söylediğim gibi
hava güneşliyken aniden soğuk hava dalgasıyla birlikte
bardaktan boşanırcasına yağmur başlayabiliyor. Bu
havaya alışık olan yerli halk genellikle şemsiyesini
yanında taşıyor.
|
ŞEHİRDEN, İNSANLARDAN VE SOSYAL YAPIDAN İZLENİMLER: |
Brüksel'de bulunduğumuz süre içinde (30 kişilik
grubumuzla birlikte) kalacağımız otelin adı "Hotel
Bloom"du. Bu otel, Botanik Park'ın yanında Saint Marie
Caddesi üzerinde bulunuyor. Üç yıldızlı bir otel ve
bünyesinde bir yemekhane, restoran ve toplantı odası
barındırıyor. Otelimizdeki odalarımıza yerleştikten
sonra ilk işimiz hemen bir şehir turuna çıkmak oldu.
Aşağıda kaldığımız otelin ve otelin bulunduğu Saint
Marie Caddesi üzerindeki Saint Marie Kilisesi'nin resmini
görebilirsiniz:

|
Brüksel'de konakladığım Hotel Bloom |

|
Hotel Bloom'un önünden Saint
Marie Caddesi ve Saint Marie Kilisesi |

|
Hotel Bloom'da kaldığım
303 numaralı oda |
Brüksel'de beni en çok etkileyen şeylerden birisi de
insanların birbirine olan saygısı oldu. Her ırktan,
milletten ve dinden insan yaşamasına rağmen
birbirlerinin yaşam alanlarına ve değerlerine karşı çok
saygılılar ve birlikte yaşama kültürünü
içselleştirmişler. Sokaklarda mini etekli bayanlar da
var, türbanlı ya da çarşaflı bayanlar da... Zencisi de
var, beyazı da... Ama hiç kimse birbirine karışmıyor ve
son derece saygı duyuyorlar. Metroda, tramvayda,
otobüste ya da yolda yürürken birbirine gülümseyen
insanları görmek beni çok etkiledi. Ancak bu saygıyı en
çok trafikte görmek mümkün. Şehrin trafiği karışık ve
yoğun olmasına rağmen birbirlerine (ve özellikle
yayalara) karşı çok hoşgörülüler. Bir yayanın karşıdan
karşıya geçtiğini gören bütün otomobiller anında duruyor
ve yayaya yol veriyorlar. Hatta tam köşeyi dönerken
kocaman bir otobüsün tehlikeli bir şekilde durması ve
bana yol vermesi (sanırım alışık olmadığımdan) bana çok
ilginç geldi. Otobüsün arkasından
gelen araçların da durması ve bir sürücünün bana
gülümsemesi daha da ilginç geldi. :)
Hazır söz trafikten açılmışken Brüksel'deki metro
sistemine değinmemek olmaz. Gerçekten çok gelişmiş ve
şehrin her tarafını dolaşan bir metro sistemleri var. 1,
2 ya da 3 günlük metro biletlerinizi metro istasyonlarındaki
makinelerden kredi kartınızla ya da bozuk paranızla
alabiliyor ve şehrin her yerine metroyla
ulaşabiliyorsunuz. Ancak metro istasyonlarında gişe
görevlileri yok, her şeyinizi makinelerle halletmek
zorundasınız. Metro sistemini ve işleyişini
anladığınızda çok da sorun olmuyor bu. Aşağıdaki resimde
bir metro istasyonunun genel manzarasını görebilirsiniz:

|
Brüksel'de bir metro
istasyonu |
İnsanlar toplu taşıma araçlarını çok yoğun olarak
kullanıyor Brüksel'de. Günün her saatinde metrolarda,
tramvaylarda, otobüslerde insanları görmek mümkün. Yine
bisiklet kullanımı da çok yaygın. Kadınlar, erkekler,
çocuklar, yaşlılar sürekli bisikletle bir yerlere gidip
geliyorlar.
Şehirde çok kolay dolaşabiliyorsunuz. Çok kolay bir
yapısı var. Zaten her tarafta bulabileceğiniz şehir
haritaları size yol gösterebileceği gibi, herhangi
birine de yolunuzu sorarsanız seve seve tarif edecektir.
Brüksel'de kaç kişiye yol tarifi sorduysam bana coşkuyla
tarifi yaptığı gibi neredeyse gideceğim yere kadar da
eşlik etti. Bu açıdan da Brükselliler cana yakın ve
yardımsever insanlar.
Bunların dışında dikkatimi çeken bir şey de; insanların
(özellikle bayanların) neredeyse hepsinin zayıf
olmasıydı. Şişman insan yok denecek kadar az. Sanıyorum
spor yapmaları ve yiyeceklerinin özelliği bunda önemli
bir etken. Yemek demişken; Brüksel'de yemekler
genellikle yenebilecek düzeyde ve bizim damak tadımıza
da uygun. Elbette çok yağlı ve tuzlu yiyecekleri
yemiyorlar. (Örneğin ben "Open Days" resepsiyonunda
ikram edilen cipsi yediğimde hiç yağ ve tuz olmamasına
çok şaşırmıştım.) Kısaca yağı ve tuzu neredeyse hiç
kullanmıyorlar. Bir de "waffle"ı çok seviyorlar ve
yiyorlar. Şehrin çeşitli lokantalarında balık, pizza,
tavuk, hamburger, salata, peynir gibi bizim de damak
zevkimize ve dinî hassasiyetlerimize uygun yiyecekler
bulabiliyorsunuz. Bu açıdan yiyecek konusunda hiç
sıkıntı çekmedim. Eğer yemek konusunda yine de tereddüt
geçiriyorsanız, Saint Marie Caddesi'nin arkasındaki Türk
Mahallesi'nde Türk kültürüne uygun yemekler bulmanız
mümkün. Ben de genellikle burada yedim yemeklerimi.
Hazır söz Türk Mahallesi'nden açılmışken biraz da
buradan söz edeyim: Neredeyse 1 kilometrelik bir çizgi
boyunca uzanan bu mahallede genellikle Afyon / Emirdağlı
Türk'lerin işlettiği lokantalar, bakkallar ve manavlar
bulabiliyorsunuz. Bu bölgede cami de bulmanız mümkün.
(Brüksel'de şehrin birkaç yerinde de cami var.) Bunlara
ek olarak Brüksel'in her tarafında her an Türkçe konuşan
birine rastlamanız olası. Bu açıdan hiç yabancılık
çekmiyorsunuz. Neredeyse her köşe başında bir Türk
bulunuyor ve bu da kaybolma riskinizi ortadan
kaldırıyor. :)
Brüksel'de konuşulan dil genellikle Fransızca.
Felemenkçe ve bazı bölgelerde Almanca da konuşuluyor.
Ancak hemen herkes İngilizce biliyor. Bu yüzden biraz
İngilizceniz varsa Brüksel'de herkesle her konuda çok
rahat anlaşabilir ve sıkıntı çekmezsiniz.
Brüksel deyince kahve kültürüne de değinmeden geçmek
olmaz sanırım. Brüksel'de demleme çay bulmanız imkânsız;
ancak çeşitli kahve türleri bulup tadına bakabilirsiniz.
(Elbette Türk kahvesi değil.) :) Meydanlarda, parklarda,
kaldırım kenarlarında kahve keyfi yapabileceğiniz çok
yer var. Fiyatları da çok pahalı değil. Bu yüzden eğer
Brüksel'e giderseniz mutlaka bir kahve içmenizi
öneririm.
Son olarak kahvenin yanı sıra Brüksel'de suların da çok
lezzetli olduğunu söylemek gerek. Genellikle "Spa" marka
ambalajlı sular satılıyor ancak musluk sularını da gönül
rahatlığıyla içmek mümkün. Yeri gelmişken Belçikalıların
"Gas Water" dedikleri gazlı su (yani soda) da Brüksel'de
çok sevilen içecekler arasında.
|
ŞEHRİN GÖRÜLMEYE DEĞER YERLERİ: |
Brüksel'de görülmesi gereken en önemli yerlerden birisi
Grand Place. Brüksel'in merkezinde yer alıyor ve şehrin
en önemli meydanı. 68 x 110 metre boyutlarında olan
meydanın etrafında birçok muhteşem yapı olduğu gibi,
Belediye Binası da burada yer alıyor. Meydanın
çevresinde birçok kafe, hediyelik eşya dükkânları ve
çikolata alabileceğiniz yerler var. (Brüksel'in
çikolataları çok meşhur ve bu konuda çok önemli bir
sektör oluşturmuşlar.) Zaman zaman bu meydana çiçek
desenli çok büyük bir halı seriyorlarmış ama ben orada
bulunduğum sürece böyle bir olaya rast gelmedim.
Aşağıdaki resimlerde Grand Place Meydanı'ndan birkaç
enstantane görebilirsiniz:


|
Grand Place Meydanı'nda
insanlar |

|
Grand Place Meydanı'nda
ben |
|
Manneken Piss (İşeyen Çocuk
Heykeli): |
Grand Place Meydanı'na çok yakın bir mesafede bulunan ve
Brüksellilerin bütün dünyaya çok güzel bir şekilde
pazarladıkları "Manneken Piss" (İşeyen Çocuk Heykeli) de
görülmesi gereken yerlerden sayılıyor. Ancak ben çok
fazla sevemedim ve bu kadar meşhur olmasına bir anlam
veremedim. Zira çok büyük bir heykel beklerken beni bir
sokak arasında çok küçük bir heykel karşıladı. Bu
heykelle ilgili birkaç değişik efsane de var. Zaman
zaman bu küçük heykele giysiler giydirip törenler
yapıyorlarmış ama bana denk gelmedi. Beni çok
etkilememesine rağmen Brüksel'e gidince "görmedim"
dememek için gitmenizde fayda var.

|
Manneken Piss (İşeyen
Çocuk Heykeli) |

|
İşeyen Çocuk Heykeli
önünde |
Brüksel'e gidince mutlaka görmeniz gereken yerlerden
birinin de "Atomium" olduğunu düşünüyorum. 1958 yılında
yapılmış olan 102 metre yüksekliğindeki bu yapı, demirin
kristal yapısının 165 milyon kez büyütülmesinden
esinlenilmiş ve dokuz çelik küreden oluşuyor. Küreler 12
çelik boru ile birbirine bağlı ve aralarında geçiş
yapabiliyorsunuz. Ben gittiğimde üstteki 3 küre ziyarete
kapatılmıştı ancak diğer küreleri ziyaret etmek mümkün.
Kürelere bazen normal bazen de yürüyen merdivenlerle
geçiş yapabiliyorsunuz. Yürüyen merdivenler gerçekten
çok dik ve hızlı. Giriş ücreti 11 Euro olan bu yapıda,
önce ortadaki küreye bir asansörle çıkıyor ve yukarıdan
bütün Heysel'i (Atomium, Heysel'de bulunuyor)
izleyebiliyorsunuz. Daha sonra yine asansörle inip, bu
sefer diğer kürelere merdivenlerle çıkıp bir çeşit bilim
müzesi diyebileceğim kürelerin içini dolaşabiliyorsunuz.
Bu kürelerin çapı 18 metre. Gerçekten Atomium'dan
manzarayı izlemek, hatta Atomium'un çevresinde bulunmak
muhteşem bir duygu. Zira Atomium'un bulunduğu bölgenin
çevresi neredeyse ormanlık bir alan ve yeşilliklerle
dolu. Bu açıdan da manzarası harika. Aşağıdaki
resimlerde Atomium'dan bazı görüntüler sanırım ne demek
istediğimi anlatacaktır:


|
Atomium'un ortadaki
küresinden diğer kürelerden birinin görünüşü |

|
Atomium'dan Heysel'in ve
Heysel Stadyumu'nun görünüşü |

|
Atomium'un çevresindeki
doğal güzelliklerden biri |
Avrupa Birliği Parlamento Binası yakınlarındaki Leopold
Parkı da Brüksel'deki görülmeye değer güzelliklerin
başında geliyor:

|
Leopold Parkı'nda bir mola |

|
Leopold Parkı'nda atlı
polisler |

|
Leopold Parkı'ndan bir
manzara |
Brüksel'de beni en çok etkileyen yerlerden biri de
otelimizin hemen yanı başında bulunan Botanik Parkı
oldu. Yeşiliyle, ağaçlarıyla ve gölüyle beni büyüleyen
bu parkı eğer Brüksel'e yolunuz düşerse mutlaka
görmenizi isterim. Aşağıya Botanik Parkı'nda çektiğim
fotoğraflardan 4 tanesini koyuyorum:




Yine Avrupa Birliği Parlamento Binasına çok yakın olan
bu meydan da ünlü yerlerden birisi ve gitmişken orada da
bir fotoğraf çektirdim:

|
Avrupa Birliği Parlamento Binası: |
Brüksel'i Brüksel yapan yapılardan birisi de Avrupa
Birliği Parlamento Binası. Bu binanın çevresinde Avrupa
Birliği'ne ait çeşitli kongre binaları, konsey binaları
ve toplantı alanları bulunmakta.

|
Avrupa Birliği Parlamento
Binası |
|
Çizgi Roman Müzesi (Comic Book
Strip Centre): |
Belçika'nın en önemli değerlerinden birisi de çizerleri
ve meşhur ettikleri kahramanlar. Örneğin Tenten'in
çizeri Herge, Belçika'nın en önemli çizerlerinden. İşte
Brüksel'de bir çizgi roman müzesi oluşturmuşlar ve
birçok ünlü çizgi roman çizerinin orijinal çizimlerini,
çeşitli çalışmalarını, özel eşyalarını ve daha birçok
şeyi sergilemişler. Bu müzede çok zaman geçirdim ve çok
eğlendim. Red Kit'ten tutun da, Tenten'e, Şirinler'e,
Asterix'e kadar çocukluğumun birçok kahramanını
çizerleriyle beraber görmek, onlar hakkında bir sürü şey
öğrenmek beni inanılmaz derecede tatmin etti. Botanique
bölgesindeki metro istasyonundan sola döndüğünüz zaman
biraz yürüyünce (bizim ülkemizde çok fazla tanınmayan
ama dünyaca meşhur sakar bir kahraman olan) Gaston'un
heykelini görüyorsunuz. Bu heykelin bulunduğu sokaktan
aşağıya inince de sokak arasında bulunan Çizgi Roman
Müzesi sizi karşılıyor. Burası, çocuk ruhunu kaybetmeyen
herkesin görmesinde fayda olduğunu düşündüğüm bir
ziyaret yeri. Fiyatı ise 8 Euro.

|
Çizgi Roman Müzesi'nin
bulunduğu sokağın girişindeki Gaston heykeli |

|
Çizgi Roman Müzesi'nin
girişindeki Şirin figürü |

|
Ünlü çizer E.P. Jacobs'un
çalışma masası ve özel eşyaları |

|
Tenten ve arkadaşlarının
parmak kuklaları |

|
Bir çizimin önünde poz
verirken |

|
Çizgi Roman Müzesi'nde
muziplik yaparken |
Brüksel'deki önemli yapılardan biri de St. Michael
Katedrali. Aslında tam ismi St. Michael and St. Gudula
Katedrali. 9. yüzyılda Roma Katolik Kilisesi olarak
yapılmış olan bu katedral 13. yüzyılda yenilenmiş.
Aşağıda bu yapının içinden ve dışından çektiğim
fotoğrafların bazılarına göz atabilirsiniz:




Brüksel'deki gezilmesi gereken yerler yukarıda saydıklarımla
sınırlı değil ve benim gittiğim yerler de bu kadar değil
elbette. Ancak gezdiğim yerlerden en önemli gördüklerimi buraya
aldım. Örneğin bir "Doğal Tarih Müzesi", bir "Kraliyet Sarayı"
da mutlaka görülmesi gereken yerlerden.
Brüksel'e gitmişken, bir saatlik mesafede bulunan ve otantik bir
şehir olan Brugge'e uğramamak olmazdı. Brüksel'den Brugge'e
trenle bir saatte varabiliyorsunuz ve neredeyse yarım saate bir
tren bulmanız mümkün. Kişi başı tren bileti 27 Euro iken en az
10 kişilik bir grupla giderseniz bilet fiyatı kişi başı 15
Euro'ya düşüyor.
Brugge şehrine varınca trenden iner inmez sizi muhteşem bir kent
karşılıyor. Yüzyıllardır yapısını bozmamış bu şehirde bütün
evler en fazla iki katlı. Sokakları neredeyse terk edilmiş bir
görünümde. Otantik ve mistik havasını koruyan bu şehirde hayat
çok yavaş akıyor. Dükkânlar ikindi vaktinde, erken saatlerde
kapanıyor ve şehir meydanındaki kafelerle lokantalar açık
kalıyor. Bana terk edilmiş bir kasaba izlenimi veren bu şehir,
bir kanal kenti. Şehir kanallarla çevrilmiş ve Brugge'e gidince
mutlaka teknelerle kanal turu yapmak gerek. Şehrin tadına böyle
varabiliyorsunuz. Ancak kanal suyu akan bir su değil ve
sanıyorum bu açıdan (özellikle mazgalların yanından geçerken)
burnunuza ağır bir koku geliyor. Fakat bunun dışında
sokaklarıyla, insanlarıyla, mimari yapılarıyla ve her köşede
rastlayabileceğiniz tarihî heykelleriyle çok ilginizi çekecek
bir kent olacağını düşünüyorum.

|
Brugge'de bir sokağın
görünüşü |


|
Brugge'de kanalın köprüden
görünüşü |

|
Brugge'de kanal üzerinde
bir köprü |

|
Ünlü Flaman ressam Jan Van
Eyck'in Brugge'de bulunan heykeli |

|
Brugge'de tekne turuyla
kanalı dolaşırken |
Brüksel ve Brugge izlenimlerimin bir kısmını aktarmaya
çalıştığım bu yazıma burada son verirken birkaç şey daha
söylemek istiyorum: Brüksel gerçekten çok güzel bir
şehir ve Avrupa'ya gidilince görülmesi gereken
yerlerden. Kendinizi evinizde gibi hissedebiliyor, şehri
çok kolay tanıyor ve yabancılık çekmiyorsunuz. Eğer bir
turizm bürosundan bir rehber kitap alırsanız şehrin
gezilecek ve görülecek çok daha fazla yeri olduğuna
şahit olacaksınız.
Uçakla Türkiye'den (İstanbul'dan) yaklaşık 3,5 saat süren bu
"sürprizler şehri"ne umarım sizin de bir gün yolunuz düşer ve
Grand Place Meydanı'nda bir kahve içme imkânınız olur.
|